- Katılım
- Ocak 22, 2025
- Mesajlar
- 293,460
- Tepkime puanı
- 0
- Puanları
- 36
2002’den itibaren iktidarda bulunan Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP), son yerel seçimlerde önemli bir güç kaybına uğramış ve bu seçimlere kadar girdiği ger seçimde aralıksız birinci parti olarak çıktığı yarışları, bu sefer kaybederek ikinci parti durumuna düşmüştür. Büyük bir “şok” yaşayan AKP ve seçmenini yeniden toparlayarak motive etmek için başta partinin Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere parti kurmayları, yine kendilerinin atadığı devlet bürokrasisinin de katkılarını devreye almak istemektedir. Siyasi tecrübesini kullanıp, oy potansiyelini kendi lehlerine çevirmek için, türlü taktikleri uygulamaya koyup, siyasi hamleleri peş peşe almaya başladığı görülmektedir. Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Gençlik Kolları Başkanının bir sosyal medya paylaşımı için, erken saatlerde evinden gözaltına alınmasının ardından, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu hakkında da, İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Akın Gürlek ve ailesine yönelik ifadeleri nedeniyle "tehdit" ve "terörle mücadelede görev alan kişileri hedef göstermek" suçlarından soruşturma başlatılmıştır. İmamoğlu, "Modern Hukuk ve Yargının Siyasallaşması" panelinde yaptığı konuşmada, CHP Gençlik Kolları Başkanı Cem Aydın'a yönelik soruşturmayı eleştirerek, Başsavcı Gürlek'e hitaben, "Cem Aydın’ı ifade için çağırıyorsun. Evine baskın yapıyorsun. Senin amacın milletin gözünü korkutmak. Başsavcı sana söylüyorum. Senin evlatlarını bile bu muamelelerden kurtarmak için seni yöneten aklı bu milletin zihninden söküp atacağız." ifadelerini kullanmıştır. Aynı gün çok geçmeden Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ’da gözaltına alınarak Ankara’dan İstanbul’a getirilmiştir. Bu gelişmeler, Türkiye'de yargı bağımsızlığı ve siyasetin yargı üzerindeki etkisi konusundaki tartışmaları yeniden gündeme getirmiştir. Anayasamız; yargı bağımsızlığı, demokratik bir hukuk devletinin temel unsurlarından biridir ve yargının diğer kuvvetlerden, özellikle de yürütmeden gelebilecek müdahalelere karşı korunmasını amaçlar. Ancak, Türkiye'de yargının siyasallaştığına dair eleştiriler uzun süredir mevcuttur. Özellikle, siyasi iktidarın yargıyı kendi politik hedeflerini gerçekleştirmek ve bunlara hukuksal meşruiyet kazandırmak için bir araç olarak kullandığı iddiaları bulunmaktadır. Başsavcı Akın Gürlek'in geçmişteki kararları da bu eleştirilerin odak noktası olmuştur. Son gözaltıların başlangıcının, Cumhurbaşkanı’nın “ turpun büyüğü heybede” ifadesinden hemen sonra meydana gelmesi Türkiye'de yargı bağımsızlığı, hukuk devleti ve siyasetin yargı üzerindeki etkisi konularında önemli tartışmaları yeniden alevlendirmiştir. Böyle bir hassas süreçte, adaletin tarafsızlığı ve hukukun üstünlüğü prensiplerinin korunması, demokratik toplum düzeni için hayati öneme sahiptir. Hukuk ve Adaletin SiyasallaşmasıYargı bağımsızlığı, demokratik hukuk devletlerinin en temel unsurlarından biridir. Anayasa’nın 138. maddesi uyarınca, hâkimler görevlerini yaparken bağımsızdır ve hiçbir kurum, kişi ya da makam yargıya emir veya talimat veremez. Ancak, Türkiye’de son yıllarda yargının siyasallaştığına dair iddialar giderek artmıştır. Özellikle, belirli yargı mensuplarının siyasi iktidarın politik hedefleri doğrultusunda hareket ettiği yönündeki eleştiriler kamuoyunda ciddi endişelere yol açmaktadır. Yakın geçmişimizdeki “FETÖ” uygulamalarını çağrıştırması halkın endişesini ayrıca artırmaktadır. Siyasetin Yargıya EtkisiTürkiye’deki siyasi tarihte, yargının muhalefet liderleri ve aktivistlere yönelik baskıcı uygulamalar için kullanıldığına dair birçok örnek bulunmaktadır. Bu durum, hukukun üstünlüğü ilkesinin zedelenmesine ve halkın adalet sistemine olan güveninin sarsılmasına yol açmaktadır. Örneğin, Selahattin Demirtaş ve Canan Kaftancıoğlu davaları, yargının siyasi amaçlar doğrultusunda nasıl kullanılabileceğini gösteren önemli olaylardır. Benzer şekilde, Ekrem İmamoğlu’na açılan soruşturma ve Ümit Özdağ’ın dosyasının “terör” kapsamında değerlendirilmek üzere, terör savcılığına sevk edilerek “yasaklama” getirilmesi, yargının siyasi hamlelerin bir parçası olduğu algısını yeniden canlandırmıştır. Anayasa Mahkemesinin raporuna göre; Bu süreçte, Türkiye'deki iktidarın geçmişte yargı üzerindeki kontrolünü artırmaya yönelik adımları da dikkat çekmektedir. Özellikle, Hâkimler ve Savcılar Kurulu’nun (HSK) yapısındaki değişiklikler, yargıçların bağımsızlığına zarar verdiği yönündeki eleştirileri artırmıştır. Bu durum, yargının tarafsız bir şekilde karar almasını zorlaştırmakta ve yürütmenin etkisi altında çalıştığı izlenimini güçlendirmektedir. İnsani ve Demokratik BoyutAvrupa Konseyinin raporuna göre; Adaletin siyasallaşması, yalnızca yargı sistemini değil, toplumsal barışı ve insan haklarını da doğrudan etkilemektedir. Yargı bağımsızlığının olmadığı bir ortamda, bireylerin temel hak ve özgürlüklerinin korunması mümkün değildir. Bu durum, hem yerel hem de uluslararası insan hakları standartlarına aykırıdır. Türkiye, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) kararlarına rağmen, ifade özgürlüğü ve adil yargılanma hakkı gibi konularda sürekli eleştirilmektedir. Bu süreçte, toplumun adalet sistemine olan güvenini yeniden tesis etmek için yargı bağımsızlığının anayasal ve kurumsal düzeyde güçlendirilmesi gerekmektedir. Yürütmenin yargıya müdahalesini engelleyecek reformlar, demokratik bir hukuk devleti için hayati öneme sahiptir. Ayrıca, bireylerin temel hak ve özgürlüklerini koruyacak bir hukuk sisteminin varlığı, yalnızca adaletin tesisi için değil, toplumun genel refahı ve huzuru için de vazgeçilmezdir. Hukuk sisteminin siyasetten arındırılması, yalnızca muhalefet için değil, iktidar için de uzun vadede daha sağlıklı bir siyasi atmosfer yaratacaktır. Adaletin gerçekten eşit şekilde dağıtıldığı bir sistem, hem halkın devlete olan güvenini artırır hem de demokrasiyi güçlendirir. Türkiye’nin mevcut koşulları, yargı bağımsızlığını güçlendirecek köklü reformlara olan ihtiyacı açıkça göstermektedir. Bu reformlar yalnızca hukuki çerçeveyle sınırlı kalmamalı, aynı zamanda yargı mensuplarının liyakat esasına göre atanmasını, yürütme organından bağımsızlığını ve mesleki güvenceye sahip olmalarını içermelidir. Ayrıca, yargının kamuoyundaki imajını iyileştirmek ve adalet mekanizmasının tarafsızlığını yeniden sağlamak için şeffaflık ve hesap verebilirlik ilkelerinin benimsenmesi gerekmektedir. Uluslararası Standartlar ve Türkiye’nin YükümlülükleriTürkiye, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) gibi uluslararası anlaşmalarla hukukun üstünlüğünü ve yargı bağımsızlığını taahhüt etmiştir. Ancak, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) verdiği kararların uygulanmasındaki gecikmeler ve bu kararların sıklıkla yok sayılması, uluslararası arenada Türkiye’nin hukuk devleti imajına zarar vermekte, yalnız bırakmaktadır. Ekrem İmamoğlu ve diğer muhalefet liderlerine yönelik soruşturmalar, Türkiye’nin uluslararası yükümlülüklerine uygun hareket etmediği eleştirilerini güçlendirmiştir. Bu durum, yalnızca iç politikada değil, dış ilişkilerde de sorunlara yol açmaktadır. Özellikle Avrupa Birliği ile yürütülen müzakerelerde, hukukun üstünlüğü ve yargı bağımsızlığı konuları temel bir öncelik olarak belirlenmiştir. Türkiye’nin bu süreçte ilerleme kaydedebilmesi için yargının tarafsızlığı ve bağımsızlığı konularında ciddi adımlar atması gerekmektedir. Toplumun Rolü ve Umut IşığıSon olarak, adalet sisteminin dönüşümünde toplumun ve sivil toplum kuruluşlarının rolü büyüktür. Demokratik toplumlarda adalet talebi, yalnızca siyasilerden değil, halktan ve sivil toplumdan da gelmelidir. Bu nedenle, yargının bağımsızlığı için toplumsal farkındalık kampanyaları düzenlenmesi, hukuk eğitiminin kalitesinin artırılması ve bireylerin haklarını savunabilecek mekanizmalara erişiminin kolaylaştırılması önemlidir. Son gelişmeleri içine alan soruşturmaları, hukuk sisteminin mevcut sorunlarını gözler önüne sermesi bakımından bir fırsat da sunabilir. Bunun için toplumun da, adalet ve özgürlüklere sahip çıkması, kuvvetli bir şekilde talep etmesi çok önem arz etmektedir. Yargı Mensuplarının GüvencesiHâkim ve savcıların mesleki güvencesi artırılmalı, görevden alınma ve yer değiştirme kararları sadece objektif kriterlere dayanmalıdır. Keyfi uygulamalara karşı anayasal güvenceler geliştirilmelidir. Hukuk Eğitiminin GüçlendirilmesiYargının kalitesi, hukuk eğitiminin kalitesine doğrudan bağlıdır. Türkiye’deki hukuk fakültelerinin müfredatı uluslararası standartlara uygun hale getirilmeli ve liyakate dayalı bir sistemle nitelikli hukukçular yetiştirilmelidir. Şeffaflık ve Hesap Verebilirlik MekanizmalarıYargı süreçleri daha şeffaf hale getirilmeli, kamuoyunun doğru bilgilendirilmesi sağlanmalıdır. Mahkeme kararlarının gerekçeleri açıkça yazılmalı ve kamu denetimine açık hale getirilmelidir. Sivil Toplumun KatılımıAdaletin toplum tarafından izlenebilir ve denetlenebilir olması, yargının bağımsızlığına katkı sağlayabilir. Sivil toplum kuruluşları, hukuk reformu süreçlerinde aktif rol oynamalıdır. Uluslararası Standartların UygulanmasıAvrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) ve diğer uluslararası kurumların tavsiyeleri dikkate alınmalı, verilen kararların uygulanması geciktirilmeden sağlanmalıdır. Bu, Türkiye’nin uluslararası itibarını da güçlendirecektir. Şunu da söylemek gerekiyor; adalet ve hukuk sistemi yalnızca teknik bir mesele değil, bir toplumun vicdanını, bir arada yaşama iradesini ve geleceğe olan inancını temsil eder. Türkiye’nin bu konuda atacağı adımlar, hem içerde hem de uluslararası arenada güçlü bir demokrasi örneği olma potansiyelini taşımaktadır. Son SözAdalet, yalnızca mahkeme salonlarında değil, toplumun tüm alanlarında da hissedilmelidir. Türkiye’deki mevcut koşullar, yargının siyasetten bağımsızlığını sağlama ihtiyacını daha acil hale getirmektedir. Kamuoyunun vicdanında rahatsızlık yaratan bu tür soruşturmalar, hukukun üstünlüğü ve demokrasi açısından bir test niteliği taşımaktadır. Bu süreci doğru yönetmek ve adalet sistemini iyileştirmek, yalnızca bugünün değil, gelecek nesillerin de haklarını koruyacak bir yapının temelini oluşturacaktır. Refazettin Çığır